6 Temmuz 2021 Salı

Akdenizli İki Kardeş: Zeytin ve İğde

 






Dünyanın henüz soğumaya yeni başladığı zamanların birinde, bugün Akdeniz Havzası olarak adlandırılan bölgede koskocaman, dev bir ağaç oluşmaya başlamış.

Bu öyle bir ağaçmış ki, dalı dal değil, yaprağı yaprak değilmiş! Gövdesinin ulaştığı köklerin kolları ya nehirlerin yatağından ya da Akdeniz'in tuzlu sularından besleniyormuş. Bu dev ağaç günden güne büyüyüp irileşiyormuş irileşmesine de, bunca heybetine rağmen hiç meyve vermiyormuş.
 
Rivayet odur ki günlerden bir gün bu dev ağacın kutsal perileri, giderek büyüyen ağacın gövdesinin etrafında bir halka oluşturup başlamışlar dönmeye. Döndükçe de rüzgarın sesine karışan bir yakarış tutturmuşlar; "Ey ulu ağaç hani ya senin meyvelerin, hani ya senin meyvelerin?"


Periler, hayal edebildikleri isteklerini ağacın etrafında döndükçe birer birer sıralamışlar; "Meyvelerin ateş rengi olsun, gök rengi, kül rengi, toprak rengi olsun", bir diğeri "mor isterim ben" yine bir başkası "alaca çalsın her bir renk ama; acı tatlıyla bütünleşip, ışıklar saçsın" diyerek tavaf etmişler dev ağacın etrafında. Ağaç, devasa irilikteki dallarıyla bu yakarışın güçlü arzusunu Akdeniz ve Ege’nin en uzak ve en ücra köşelerine savurmaya başlamış. Savruldukça soğuyup yeşermiş dünya, savruldukça dalları çoğalıp bölünmüş ve yeni fidanlar olarak toprağa sıkı sıkıya tutunmuşlar.
 
Gel zaman git zaman, o dev ağacın fidanları Akdeniz Havzası'nda bir baştan bir başa kök salmış. Dağ yamaçlarına tutunanlar kararıp morarmışlar, düzlüklere tutunanlar ağarıp kızarmışlar. Rivayet bu ya; birine zeytin demişler, diğerine iğde.
 
İğde ağacı (Elaeagnus) ile zeytin ağacının (Olea Europaea) benzerliği mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Her ikisinin de yaprakları buğulu gri olup, yeşil ve mavinin türlü renk geçişlerine ev sahipliği yaparlar. Hele de biraz esinti varsa havada, geçmiş zaman perileri size türlü renklerin dansını sayısız renk skalasıyla sunarlar.


Zeytinin gri maviliği, iğdenin gri yeşilliğiyle sarmaş dolaştır dikkat edildiğinde. Zeytinin yeşil meyveleri henüz olgunlaşmamış haliyle, iğde ağacının yeşil meyvelerine çok benzer. Her ikisinin de meyve tomurcuklarının dış kabuğu üzerinde bir ton açık renkte çilleri vardır. Mahcup ergen kızların burun çilleri gibidir her ikisinin meyve yüzeyleri. Kabuğun içine gömülü çiller, iğdeye de zeytine de büyüme aşamasında yardım eden geçmiş zaman perilerinin öpücükleridir belki, kim bilir! Meyve büyüdükçe bu izler de şekil değiştirir. Zeytin meyvesi yağlanıp eti derisine tutundukça morarıp koyulaşır, iğde de önce sararıp sonra toprak renginde kızararak kabuğuyla eti arasına mesafe koyar.
 
İki ağacın biri diğerine benzeyen yan yana dallarındaki meyvelerinden koparıp ağzınıza attığınızda taze zeytin zehir gibi acı ve mavru bir tat bırakırken, iğde de hafif ekşimsi, şekerli, tıkızlığıyla ağzı buran bir uyuşukluk bırakarak zeytinin acılığını giderir. Tatlı ve acının bu kadar birbirini tamamlayarak benzeştiği iki kardeş meyveye yeryüzü krallığında rastlamak mucizesidir. İkisinin de insana, hayvana, bitki börtü böceğe, velhasıl tüm dünya canlılarına faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Görünümleri ve tatlarındaki tamamlayıcılık; yaprak, çiçek ve çekirdek yapısında da öne çıkar. İğdenin yaprak ve çekirdeği daha uzuncayken, zeytinin yaprakları daha küt ve etli olup çekirdeği de daha dolgundur.


Bu iki kardeş meyve, Ege ve Akdeniz kıyılarında binyılların akrabalığında gururla salınırlar. Gökova Körfezi'nden, Güllük Körfezi'ne, Çandarlı Körfezi'nden Edremit Körfezi'ne bütün bir Ege sahil şeridinin vazgeçilmez güzellikleridir onlar. Bahar aylarında açan çiçeklerinin kokularıyla uyarırlar bütün bellekleri.
 
Eğer; hışırtıya benzer bir melodi duyup iğde ve zeytin ağaçları arasına sokulmak isterseniz, aman sessiz olun! Geçmiş zaman perileri, her günbatımı çok uzaklardan gelip yeryüzüne inerler ve bu kardeş ağaçların altında dans edip, iğde ve zeytin meyvelerini öpücükleriyle kutsarlar…
 
Zeytinim kararmadan,
Dallarım kırılmadan
İğde toplar gelirim
Periler dağılmadan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder