Hindiba, papatyagiller familyasından yaygın bir bitki türü. Mısır ve Kıpçak Türkleri "katagan", Çağatay Türkleri ise "saçratku” demişler bu bitkiye. Bir üfleyişle dağılıveren bulutsu kır çiçeklerinin belki de en sihirlisi… Karahindibalar 5-30 cm. arasında boylanabiliyor. Boylanan bu sapların tepesinde kömeç halindeki o altın sarısı çiçekler, ilkbahardan başlayarak sonbaharın ortasına kadar açıyor. Daha sonra bu çiçek kömeçleri, tohum taşıyan beyaz bir topa dönüşüyor ve o meyve kapçıkları en hafif rüzgarda uçup çevreye dağılıveriyor. Latince ismi taraxacum. Yüzlerce mikro türü var ve hepsi Taraxacum officinale adı altında buluşmuş.
İngilizce Dandelion adı ise Fransızca’da aslan dişi anlamına gelen “dent de lion” sözcüğünden gelmiş. Neden böyle söylenmiş bilmiyoruz. Yabani çayırlarda altın ışınlarını saçan bu çiçeğin kazık kökü, bir aslanın dişi kadar beyaz olduğu için olabilir. İçi, kengel denen acı bir sütle dolu uzun kazık kök, rozet biçiminde derin dişli yaprakları ve daha uzunca olan çiçek saplarını taşıyor. Testere dişi kenarlı yaprakların dizilişi, pütürlü dokusu ve sivriliği de “aslan dişini” çağrıştırmış olabilir. 15. yüzyılda karahindibanın tıbbi yararlarından etkilenen cerrahlar da yine bitkinin “bir aslanın dişi kadar güçlü ve dayanıklı” olduğunu söylemişler.
Hindiba ile o kadar haşır neşir ki insanoğlu, birçok mitolojik öyküde yeri var o yüzden bitkinin. Yunan mitolojisine göre karahindiba, Güneş tanrısı Apollon’un oğlu Phaeton’un, güneş arabasının hareket ederken saçtığı tozlarından büyüyen bir çiçek. Büyü tanrıçası Hecate, güçlensin ve Minatour ile dövüşsün diye Theseus’u bir ay boyunca karahindiba ile beslemiş.
Ege’de sofraların baş tacı olan radika, aslında karahindibanın ta kendisi. Anadolu'da acıgıcı, "acıgünek", "güneyik" ve "arslandişi" "gelingöbeği"," keklikotu" olarak bilinse de en yaygın olarak kullanılan adı "radika"dır. Paraşüt çiçeği olarak da anılıyor. Ege’nin Türk yakasında “karahindiba”, Yunan yakasında ise “radika” olarak bilinen bu lezzetli otu Fransızlar ve Yunanlar gibi biz de en çok salata olarak tüketiyoruz.
Çinlilerin 7. yüzyıldan beri kullandığı karahindibayı, ancak 11. yüzyılda tıp alimi İbn-i Sina sayesinde tanımışız. Batı’ya da Türklerin göçüyle yayılmış ve 16. yüzyıldan itibaren tıpta kullanımı da yaygınlaşmış. İbn-i Sina hazırladığı “Hindiba Risalesi” adlı kitapçıkta, bitkinin yaprakları yıkanmadan ve soğuk su ile yapılan ekstrelerinin kullanılması gerektiğini söylüyor. İbn-i Sina, Hazreti Muhammed’in ‘Karahindiba‘yı sabah erken koparıp yiyin onun üstünde cennetin zerrecikleri vardır’ dediği hadisine bunu dayandırmış. Eski bitki kitaplarında, hindiba yapraklarının ve köklerinin kaynatılarak, suyunun kozmetik olarak kullanıldığı da yazıyor.
Antik zamanlardan beri güneşle birlikte, hem somut hem soyut anlamıyla “görme” ile özdeşleştiriliyor olması da ilginç. Bilimsel adının eski Yunanca taraxos (göz hastalığı) ve akos (tedavi, çare) kelimelerinden geliyor olması, bitkinin ilk olarak göz hastalıklarında, özellikle göz iltihaplarının tedavisinde kullanıldığını bize gösteriyor. Egzama dahil tüm cilt hastalıklarına iyi gelen karahindiba çayının, aynı zamanda göz iltihabını da iyileştirdiğini yazıyor eski şifa kitapları. Gözlere sağlık katarak “daha iyi görmemizi” sağlayan bu bitki “iç görüyle” de ilişkilendirilmiş. Hıristiyanlık döneminde, insanın “aydınlanması” ya da “kendini İsa’nın yoluna tümüyle adaması” gibi güçlü sembolik anlamlar da yüklenmiş.
“Görme, iyi görüş” ve “iç görü” anlamlarından öte, Eski Yunan ve Roma’da kehanetler, “geleceği görme” durumu da bu bitkiyle ilişkilendirilmiş. Karahindiba, gaipten haber veren kahinin, kehanetlerini bildirdiği o kutsal yeri de ifade ediyor. Üreme sistemi açısından Hermafrodit bir bitki olduğu için doğurganlığın, yenilenmenin, bolluğun ve kehanetin sembolü olduğu da söylenir. Hıristiyanlık’ta da son derece güçlü bir imge. Hikayelerin birinde örneğin, İsa’nın sözlerinin onun güçlü nefesiyle, karahindibanın sayvan şemsiye biçiminde tohumları gibi tek bir merkezden dünyaya yayıldığı anlatılagelir. Altın sarısı çiçekleri ve havada süzülen tohumları ile dünyanın hemen her yerinde yaşayabilen bir bitki olduğu için halk hikâyelerinde çokça adı geçiyor karahindibanın.
Bir Ojibwa kızılderili hikâyesi şöyledir örneğin: (Manifold’dan, Işıl Çokuğraş’ın Karahindiba yazısından aktarıyorum.) Kardeşleri doğu, batı ve kuzey rüzgârlarına göre çok daha nazik olan ve dünyanın tadını çıkarmak için tatlı tatlı esen güney rüzgârı Shawondasee, bir gün kırda yeşil elbiseli genç bir kız görür. Saçları güneş gibi parlayan bu kıza hayran olur, fakat yanına gitmekten çekinir. Kızı korkutmaktan korkan Shawondasee onunla konuşmayı sürekli bir sonraki güne erteler. Bir sabah kızın başına gri bir şal geçirdiğini fark eder ve üzgün olduğunu düşünerek yine onunla konuşmaktan vazgeçer. Ertesi gün kızın saçları bembeyaz olmuştur. Çok geç kaldığını anlayan Shawondasee kederle içini çeker ve soluğuyla bir anda gümüş tüyler uçuşur. Tekrar baktığında kız kaybolmuştur ve Shawondasee bir karahindibaya âşık olduğunu anlar.
Doğu mistisizminde de yeri var elbette. Paulo Coelho da Sufi öykülerinden birinde karahindibadan söz ediyor. Öykü şöyle: “Nasreddin bütün bir sonbaharı bahçesini belleyip tohumlar ekerek geçirdi. İlkbahar geldiğinde tüm çiçekler açtı ama Nasreddin arada kendisinin ekmediği yabani karahindiba çiçeklerinin de olduğunu fark etti. Nasreddin yabani çiçekleri söktü. Ama tohumları çoktan her yere yayılmıştı ve çiçek başka yerlerden de birer ikişer çıkıyordu. Sadece karahindibaları öldürecek bir zehir bulmaya çalıştı ama bu işin ustası olan adam hangi tür zehri kullanırsa kullansın işe yaramayacağını, sonuçta tüm çiçeklerin öleceğini söyledi. Nasreddin çaresizlik içinde bir bahçıvandan yardım istedi. “Bu tıpkı evlilik gibi” dedi bahçıvan. “Güzel şeylerin yanında her zaman mutlaka bazı rahatsızlıklar da vardır.” “Peki ne yapmalıyım?” diye sordu Nasreddin. “Hiçbir şey” dedi bahçıvan. “Bunlar sahip olmayı istediğin çiçekler olmayabilirler ama yine de senin bahçenin birer parçası.”
Rosamond Richardson, İngiliz geleneklerinde, şifacılıkta ve edebiyatta Britanya’nın yaban çiçeklerini anlattığı Britain’s Wild Flowers kitabında Hindiba'nın Britanya kırsallarında, zamanı hatırlatan yaban çiçeklerinden biri olduğunu yazıyor. İngiliz kültüründe, onların halk şarkılarında “peri saatleri, köylülerin saati, yaşlı adamın saati ve zaman çiçeği” gibi isimlerle de karşımıza çıkabiliyor.
Karahindibanın, İngilizce’de en ilginç isimlerinden biri de “Monk’s Halo” yani keşişin halesi. Uçucu tohumların bulut gibi şeffaf görüntüsü bunu çağrıştırmış olmalı. Aksine, “ Şeytan’ın süt bitkisi” de denmiş. Kökleri ve gövdesinin süt beyazı rengi nedeniyle olabilir. 1600’lerde yaşamış İngiliz şifacı John Gerard deriye bu saptaki sütümsü sıvının sürülerek siğillerin ve sivilcelerin iyileştirilebileceğini yazmış. Eğer karahindiba çiçekleri 23 Haziran’da, yani St. John festivalinin arifesinde toplanırsa, cadıları da geri püskürtürmüş. Karahindibaları rüyada görmek, talihsiz işlerin başınıza geleceğine dair bir işaret. İrlanda’da karahindiba, “kalp acısı” otu olarak biliniyor. Kalbi esir alan tutkuya, insanın aşık olduğunda içinde uçuşan kelebekleri yatıştıran en güçlü şifa kaynağı.
Benzerlik üzerinden bağlantı kuran; bugün de kimi homeopati uzmanlarınca kabul gören doğayı okumak üzerine kurulu İmzalar Doktrini’ne göre karahindiba, sarılık hastalığı için şifa kaynağı. Son derece güçlü bir diüretik. Belki de bu yüzden Britanya’da “Jack-piss-the bed, pissy beds (çişli yatak), tiddle beds wet-the-bed (yatak ıslatan)” gibi isimlerle anılıyor.
Hindiba yaprakları bira mayalamak için de kullanılırmış. Bir zamanlar çelik işçilerinin arasında popüler olan bir içecek. Çiçekler ev şarabı, yaprakları da bahar salataları için… Kurumuş çiçek başlarından yapılan karahindiba kahvesi de özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık zamanlarında, gerçek kahveye ulaşmanın zor olduğu yıllarda tüketilmiş. Hindibaların feng shui açısından çok yararlı olduğuna; aile üyelerini kazadan beladan koruduğuna, sağlıklarını kolladığına inanılıyor. Güneşte ışıldayan altın paralara benzediklerinden olsa gerek; ayrıca para simgesidirler. Pek çok insan bahçesinde Hindiba görmekten nefret ediyor ama bence artık başka bir gözle bakmanın zamanı.