27 Ekim 2021 Çarşamba

Çıtlık ağacı

 


Nazarlık binlerce yıl boyunca farklı kültürlerde farklı formlarda kullanılan bir simge olarak önemini korudu ve günümüze ulaştı

Dünyada mistik kötü güçlere, kem gözlere karşı nazarlık en yaygın koruyucu olarak işlev görmüştür. Nette dolaşırken bir açıklamasına denk geldiğim Bahçeşehir Üniversitesi'nden sanat tarihi profesörü Dr. Neşe Yıldıran, ilk nazar boncuğunun M.Ö. 3300'lü yıllara dayandığını söylüyor. "Mezopotamya'nın en eski şehirlerinden biri olan ve bugünkü Suriye sınırları içinde olan Tell Brak'taki kazılarda nazar boncuğu bulundu. Kaymak taşından oyma geometrik figürler şeklindeydi."

Ama bizim nazarlık deyince aklımıza ilk gelen mavi boncuk oluyor. Halbu ki kadim Türk inancında çok çeşitli nazarlıklar var buguün bunların çoğu unutulmuş durumda ya da süs eşyası olarak kullanılmakta.

“Modern dünyada nazarlık farklı biçimlerde kullanılmaya başlanınca anlamı ve tarihi unutulup gidecek mi?” diye merak ediyor insan. Son dönemlerde, özellikle moda alanında nazarlık kullanımı gibi bazı kullanım biçimleri kültürel değerlere el konması kaygılarını artırıyor.

Kökü binlerce yıllık geçmişe dayanan bu halk inancının görsel ve maddesel verileri olan nazarlıklara moda ya da boncuk takı olarak bakmak herhalde bu mirasa yapılacak en büyük kötülüklerin başında geliyor.




Béu anlamda Türklerde çıtlık ağacından yapılan nazarlıklar hem yapıldıkları şekiller üstündeki bezemeler damgalar ve dayandığı halk inancı arasından sorgulanması gereken kültürel miraslardır.

Çıtlık ağacından yapılmış nazarlıkların en güzel örneklerini biz Denizli Çameli ilçesinde rahmetli Hayri Dev’in köyünde, çevre köylerde, Çanakkale Kazdağları'nın eteklerindeki köylerde, kadim Türk inancının halen hüküm sürdüğü  yaşatıldığı Türk köylerinde şükür ki halen görüyoruz

Çıtlık ağacı çitlembik, dağandağdağan, tağınaç gibi adlarla da anılıp latincesi celtis australis olan çıtlık her türlü toprak ve zor iklim koşullarına dayanıklı, her türlü zararlıya dayanıklı, uzun yaşayan bir ağaç. belki de bu sebepten Türkler ona kutsallığa yakın bir saygı ve sevgi besliyor. hava kirliliğine, sıcağa, kuraklığa ve toza çok dayanıklı olduğundan neredeyse her şartta yetişiyor Yakut ve Altay Türklerinde yaşam ağacına dünya ağacı da deniyor. bu, dünyayı ortasından (göbeğinden) öte aleme ve demirkazık yıldızı’na bağlayan, dalları aracılığıyla şamanlara yeryüzünden yüksek gök katlarına yolculuk yapma olanağı sağlayan bir ağaç ve buna demir ağaç* da deniliyor. çıtlık/dağandan nazarlık yapılması, sağlam olması yanı sıra demir ağaç benzetmesine uyup ayrıca uzun yıllar ayakta kalabilmesi açısından dünya/yaşam ağacı olma olasılığınıda yansıtıyor.

Denizli'de çıtlık ağacından yapılmış şamanik korunma nazarlıklara çetele’de deniyor

Özelikle Denizli Çameli’de yapılan çıtlık ağacından kullanılan bir sembol var ki bu sembol EM-AM” damgası. Bir Türk damgası olarak bilinmekte. Sosyolojik açıdan bakıldığında damgalar, yazılı tarih öncesi bir kimlik ifadesinin ve bir varoluşsal mücadelenin sembolik anlatımıdır denilebilir. Bir anlamlandırma sistemi olarak damgalar, bir toplumun kendi kendisi hakkındaki bilincini temsil etmektedir. Bu yönüyle damgalar, sadece toplum için değil, bireyin evreni sosyokültürel açıdan da yeniden anlamlı kılmasında önemli bir rol oynamıştır. Söz konusu nitelikleri ile damgalar, Türk toplulukları için adeta bilişsel bir rehber işlevini görmüşlerdir. Damgalar, yazılı tarih öncesi Türk sözlü tarihinin temel sembolik basamaklarıdır. Mustafa Aksoy’un verdiği bilgilere göre damgaların bazıları, Türklerin ilk alfabesi olan Runik alfabesinin bazı harflerini meydana getirmiştir. Türk adının yazılı olduğu günümüzdeki en eski belge olan Orhon Abideleri de runik alfabe ile yazılmıştır. Yani Türklerin halı, kilim, mezar gibi eserlerde kullandıkları damgalar, bazen harf, bazen arma, bazen süs, bazen de bir statü aracı olarak karşımıza çıkmaktadır.”

Her ne kadar Çameli nazarlıklarında kullanılan EB-EM  damgasının kökeni hakkında bilimsel doyuruculuğu olan ayrıntılı incelemeler yapılmamış olsa da eldeki mevcut çalışmalar doğrultusunda şu bilgileri verebiliriz: Türklerde Kıpçak ve Oğuzlarda kadının dişilik organına “EM” denilmektedir. “UM-AY” ise hem “doğum ve bereketin” sembolü hem de “yakın zamanlarda doğan çocuğun eşi-sonu” (Kaşgarlı Mahmud – Dîvânu Lugâti’t-Türk) olarak da adlandırılmıştır. “EM”, “EMME”, “EMİK”, “MEME” gibi kadınlığı işaret eden sözcükler de bu kökenin doğrudan “kadın, doğum, bereket” ile ilgisi olduğunu göstermektedir. Damganın şekilsel betimlemesinde kadının dişilik organını hatta daha genel anlamıyla ana rahmini ve doğumu simgelediği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle bu damga, Türklerin yaratılışı nasıl anlamlandırdığı ve yorumladığı konusunda da ayrıca bilimsel tartışmaları gerekli kılmaktadır. Genel olarak Türkler yaratılışı ve çoğalmayı, bazı kültürlerde ve inanç kalıplarında olduğu gibi heykeller ve kabartmalarla değil, damgalar aracılığıyla anlatmak ve yorumlamak tercihinde bulunmuşlardır. Özetle Türkler, görsel anlatımlarla değil, kazılı damgalarla daha soyut bir sembolik anlatımla varoluşu anlama ve yorumlama çabası içerisinde olmuşlardır diyebiliriz.

Yazıda sunduğumuz bazı fotoğraflar bu toplumsal dip hafızanın nerelere dayandığını gözler önüne sermektedir. Bazıları dokuz boğumlu bazıları Hitit güneş kursunu anımsatmaktadır. Damgalar araştırılması gereken bir konudur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder