1 Aralık 2021 Çarşamba
Samsun ili tarihcesi
Samsun MÖ 760-750 yılları arasında İon şehir devletlerinden Miletoslular (Milet) tarafından Amisos adı ile küçük bir yerleşim alanında kurulmuştur. Başta bugünkü şehrin merkezi olmak üzere Kızılırmak Vadisi - Kavak Tekkeköy Çarşamba Ovası’nda eski çağlardan bu yana insan iskan edilmiş ve yaşam sürmüştür.
İlk Çağ’da Paflagonya olarak adlandırılan bölgenin en önemli kentlerinden Samsun’da ilk yerleşim izleri Tekkeköy’ün güneyindeki mağaralardan elde edilmiştir. Orta Taş Devrinde (Mezolitik. MÖ 10000-5000) insanların Tekkeköy’de bulunan sığınaklarda yaşadıkları ve bölgenin en eski yerleşimcileri oldukları bilinmektedir. Yine Cilalı Taş Devri (Neolitik. MÖ 5000-4000) ile Bakır-Tunç Devrinde (Kalkolitik: MÖ 4000-1700) insanların Samsun merkez Dündartepe Kavak Kalenderoğlu ve Bafra İkiztepe’de sürekli iskân oluşturarak yaşamlarını devam ettirdikleri yapılan arkeolojik kazılardan anlaşılmaktadır.
Samsun İli sınırları içerisinde devlet kurarak yaşayan en eski topluluk Gaşkalar'dır. (MÖ 5000-3500) Bilinen bu ilk uygarlığın ardından bütün Kuzey Anadolu'ya hâkim olan Paflagonlar Kızılırmak Havzasında yaşamışlardır. (MÖ 3000-1100) Hititler, (MÖ 2000-1200) Frigyalılar, (MÖ 1182-MÖ 676) Kimmerler, Lidyalılar (MÖ 1200-547) bugün Kara Samsun adıyla bilinen yere ENETE adında bir site kurdular. Miletliler (İyonya) (MÖ 2000-MÖ 400) Ege’den Karadeniz yoluyla ENETE'ye yerleşerek “Amisus” veya “Amisos” adını verdiler. Perslerin (MÖ 550-330) Lidya Kralı Krezus'u yenmeleri sonunda (MÖ 546) Amisos Pers İmparatorluğunun eline geçti. MÖ 331 yılında Büyük İskender’in Persleri yenmesi sonucu Makedonya İmparatorluğu’nun eline geçen Amisos, İskender'in ölümüyle kurulan Pers kökenli Pont Krallığının (MÖ 255-63) başkenti oldu.
Daha sonra MÖ 1.yy da Roma İmparatorluğu hâkimiyetine giren Amisos 385 yılında Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrılmasıyla Bizans İmparatorluğu'nun sınırları içerisinde kaldı. Amisos 860 yılında Abbasiler zamanında Halife Mutasım'ın emriyle Malatyalı Korkunç Ömer komutasındaki kuvvetler tarafından ele geçirilmiş ise de Bizanslılar tarafından tekrar geri alınmıştır. Türklerin Anadolu'ya girmesiyle birlikte Danişmentliler tarafından Samsun kuşatılmış ise de alınamamıştır. Anadolu Selçukluları zamanında Samsun'un Müslüman yerleşim yerleri 1185 yılında Anadolu Selçuklu hâkimiyetine geçmiştir. İlk defa Amisos ismi Selçuklular tarafından Samsun olarak kullanılmaya başlanmıştır. Haçlı Seferleri sonrası Trabzon Rum İmparatorluğu egemenliğine giren Samsun Cenevizlilerin Karadeniz'de ticareti ellerine geçirmeleri sonucunda 100 yıl kadar burada yaşamışlardır. Bu tarihlerde Türklerin yaşadığı Samsun'a “ Müslüman Samsun” 3 km. mesafede bulunan Cenevizlilerin ticaret sitesine de “Gavur Samsun” denilmiştir.
1071 yılında Malazgirt Savaşı'ndan sonra Danişmentliler tarafından alınamayan Samsun'un deniz kıyısında bir kale kurarak Müslüman Samsun'u oluşturduktan sonra 1243 Kösedağ Savaşı sonrası Trabzon Rum İmparatorluğu egemenliğine girmiş ise de 1296 yılında tekrar Anadolu Türklerinin eline geçmiş ve 1389 yılında da Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti çökerken Canik Beyliğine de başkentlik yapmıştır.
Kösedağ Savaşı sonrası Karadeniz’de Türk yayılması durmuştur. Bundan sonra Selçukluların görevini Canik Beylikleri üstlenmiştir. Canik sahasının Türkleşmesinde beyliklerin oldukça etkili olduğu söylenebilir.Bu tarihten sonra Pervaneoğulları, Hacıemiroğulları, Kubatoğulları, Taceddinoğulları,Taşanoğulları ve İsfendiyaroğulları değişik tarihlerde ve aralıklarda bölgeyi ele geçirmiştir.
Osmanlı devleti Samsun’u idareleri altına aldıktan sonra Samsun merkezli Canik Sancağı’nı oluşturulmuştur. Canik Sancağı, bugün Ordu’ ya bağlı olan Fatsa ve Ünye’yi içine almakta, Bafra ve Kavak’a kadar uzanmaktaydı. Canik, Tanzimat’a kadar şeklen Trabzon’a bağlı gibi görünse de resmen Sivas eyaletine bağlanmıştır. Tanzimat’tan sonra da idari olarak Trabzon eyaletine bağlanmış, önce sancak ve daha sonra da mutasarrıflıkla idare edilmeye başlanan bu yapısını Osmanlı devletinin yıkılışına kadar korumuştur. Cumhuriyet ilan edildikten sonra 1923 yılında da vilayet merkezi olmuştur.
19. asırdan sonra Samsun, Karadeniz kenarında gittikçe büyüyen bir şehir olarak ortaya çıkmıştır. Şehrin nüfus ve fiziksel olarak büyümesinin bir sonucu olarak ticaret önemli ölçüde gelişmiştir. Özellikle 1877-1878 Osmanlı -Rus savaşından sonra gelişen süreçte dışarıdan gelen muhacirlerle şehir etrafa doğru genişlemeye başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin Samsun’u ele geçirmesi Yıldırım Bayezid (1389-1402) dönemiyle birlikte başlamıştır.Osmanlı Devleti 1389 yılında Müslüman Samsun’u bir ara topraklarına katmış fakat 1402 tarihinde yapılan Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilince burası Müslüman beyliklerin yönetimine geçmiştir. Osmanlılar 1419 yılında Samsun’u kesin olarak hakimiyetlerine almışlardır. Bu tarihten yıkılışa kadar Samsun Osmanlı idaresinde kalmıştır.
1860’lı yıllarda hummalı bayındırlık faaliyet sonucunda ortaya çıkan şehirde, 3 Ağustos 1869 yangını büyük bir tahribat oluşturmuştur. Bu yangın da 415 ev, 10 cami, 5 büyük hanında yandığı kayıtlara geçmiştir.
Birinci Dünya Savaşı esnasın da Rus donanmasına ait savaş gemileri tarafından 10 Temmuz 1915’de şehir bombalanmıştır. Rus donanmasınca gerçekleştirilen bombardıman sonrası rüsumat dairesine ait binaların yanı sıra Reji İdaresine ait şimendifer iskelesi ve gazhane deposu tamamen tahrip olmuştur. Sivil halka ait meskenler de zarar görmüş, Samsun açıklarındaki irili ufaklı 16 gemi tahrip edilmiştir. 1916 ve 1917 yıllarında da Samsun sahilleri topa tutulmuştur.
9 Mart 1919’da İngiliz İşgal Kumandanlığı asayiş gerekçesiyle 200 kişilik bir birliği Samsun’a çıkarmış ve şehri işgal etmiştir. Zamanla bunların sayısı 450’ ye yükselmiş ve bunların bir kısmı Merzifon’a gönderilmiştir.
Karadeniz ve havalisindeki ekonomik menfaatlerini korumak adına Amerikan donanmasına ait sayıları 12‘yi bulan gemiler Karadeniz’e sevk etmiştir. 1919 yılının başından itibaren Amerikalı iş adamları Amerikan donanmasına ait savaş gemilerinin desteğinde Samsun’a gelmeye başlamıştır. Özellikle Samsun limanında veya açıklarında bir Amerikan savaş gemisi bulunmakta ve amaç şehirdeki Hristiyanları himaye etmek, Pontusçulara destek vermek, Amerikan şirketlerinin ve temsilcilerinin güvenliğinin sağlamaktır.
20. asıra girerken Samsun, Cumhuriyet döneminin ilk yarılarına göre nüfus ve fiziksel olarak daha küçüktü fakat Karadeniz’in en ehemmiyetli ve ticareti adım adım gelişen bir şehriydi. 1923 yılından sonra Türkiye’de yaşanan siyasi, sosyal, kültürel değişimler ve gelişimler Samsun’un da çok yakından etkilemiş, Samsun’un sosyal ve kültürel hayatının değişim ve dönüşümünü tetiklemiştir.
Samsun’a demiryolunun ulaşması ile liman daha da önem kazanmış, modern limana olan ihtiyaç artmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan ekonomik zorluklar nedeniyle Samsun’un konum ve önemine yakışan bir limana sahip olması için önceden yapılan girişimlerden sonuç alınamamıştır. Fakat sonraki yıllarda bu girişimler sonucu 1953’de modern liman tesislerinin temeli atılmış, 1960’da dalgakıran ve rıhtımların inşaatı bitirilerek liman hizmete sokulmuştur. Denizyolu, karayolu ve demiryolu üçlü desteğiyle Samsun kısa zamanda Türkiye’nin önde gelen şehirlerinden biri olmuştur. 1970’li yıllarda Azot ve bakır fabrikaların yapılması, geçmişten beri devam eden tütün üretimi ve buna bağlı tütün sanayisi kentte önemli gelişmelere sahne olmuştur. Bu ekonomik canlılık Türkiye’nin 2. büyük fuarı ile taçlanmış, Samsun aynı zamanda çevresindeki illere göre bir çekim merkezi haline gelerek önemli oranda göç almıştır. Bu süreç 1980’li yıllara kadar devam etmiştir.
Samsun’un, İç Anadolu’dan Karadeniz'e açılan ilk kapı olması, doğal,tarihi ve kültürel zenginliklerinin yanında deniz, hava, demiryolu ulaşım olanakları ile Karadeniz bölgesinin turizm potansiyeli en yüksek kentlerinden biri olmuş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da milli mücadeleyi başlatmak üzere ilk adımı attığı yer olma özelliğiyle de önemini her zaman korumuştur.
27 Kasım 2021 Cumartesi
TUZ NEDEN DOKTOR KONTROLÜNDE YASAK?
TUZ NEDEN DOKTOR KONTROLÜNDE YASAK?
20 Kasım 2021 Cumartesi
Birazda şiir
Diyorum ki;
Toplasak tası tarağı
Hiç kimsenin bilmediği
Bir köye yerleşsek.
Yolları tozlu
Evleri gecekondulu
Küçük bir bahçesi
Bahçesinde köpeği
Yemişler dikelim fidandan
Biraz da domates falan
Aksam erken yatıp
Sabah ezanıyla uyansak
İlk önce bahçeye inip
Çiğ düşmüş biberleri toplasak
Ağaçları sulayıp fesleğenleri okşasak
Ayağımız toprağa bassa
Gelen geçenle selamlaşsak.
Etrafımızda kuş sesleriyle
Balkonda bir kahvaltı
Kahvaltıda tereyağlı köy yumurtası
Sokakta top oynayan birkaç çocuk
Çocuk seslerine karışan sokak satıcıları.
Akşam olunca çeksek perdeleri
Sobayı yakıp kestane atsak
Kıvrılıp miskin bir kedi gibi yerdeki mindere
İliklerimize kadar uykuya dalsak.
Diyorum ki gitsek buralardan
Ardımızda lüzumsuz telaşlar
Heybemizde yeni huzur.
Tek derdimiz yumurtlamayan tavuk
Çürümüş domates
Çiçeğine dolu vurmuş kiraz olsa.
Ne trafik gürültüsü
Ne bir yere yetişme arzusu
Tüm bu kargaşayı şehirlere bıraksak
Ağrıyan başımızı,
Yorgun ayaklarımızı alıp
Kirlenmiş ruhumuzla
Yola koyulsak..
Diyorum ki
Gitsek buralardan
Ne varsa bizi yaşamaktan alıkoyan
Arkamızda bıraksak..
-İnan Durak Taş
16 Kasım 2021 Salı
Tarih
Trakai Gölü ve Atatürk
Trakai, bir göl köyüdür. Nerede olduğunu biliyor musunuz? İnanın bu yazıyı yazana kadar nerede olduğunu ben de bilmiyordum; daha da ilginci hiç duymamıştım. Tesadüfen bir watsapp grubunda okumasam duyacak da değildim. İşte bizim, ırkımızla ilgili bilgi dağarcığımız bu kadar!
Bu gibi yazıları yazarken yüzümün kızarmadığı an hiç olmadı! Bilgimiz çok az ve hiç de umursamıyoruz! Cahilliğimizden artık utanmıyoruz ve utanç duygumuzu ne yazık ki kaybettik! Neyse biz konumuza gelelim.
Trakai 7-8 bin nüfusa sahip bir göl köyüdür. Bu yer Litvanya’da bulunmaktadır. Bir şekilde haritada bir kez bakmanızı öneririm. Baktığınızda Türk ve Müslüman dünyasıyla hiç ilgisi olmayan bir coğrafyada olduğunu göreceksiniz.
Bu coğrafyada yaklaşık altı yüz yıldır yaşayan, Musevi inancından olan (Yahudi değil) Karay Türkleri yaşamaktadır.
Büyük Litvanya Kralı Vytautas Kuman soyundan gelen Kırım Türklerine toprak vererek bu bölgeye yerleştirmiş. Buraya yerleşen Karay halkı o günden bu güne kültürünü, dilini ve kendine has yaşantısını sürdürmeye ve o bölgede asırlarca yaşamaya devam etmişlerdir.
Tarihsel süreçte ne Osmanlı ne de başkalarının bunlardan haberi olmuş. Ufak bir topluluk, uzak bir coğrafya... Eee, haliyle kimsenin umrunda değiller. Ta ki Prof. Oktay Sinanoğlu 1970'lerde Atom fiziğiyle alakalı bir toplantı için Litvanya'ya gidene kadar!
Toplantı sonrası Sinanoğlu'nun arkadaşı olan Profesör Yutsis, kendisini ilgisini çeker diye Trakai'ye götürüyor. Harika bir yer ve tarihi binalar... Sinanoğlu hayran kalıyor oraya. Orada köyün ihtiyar meclisinin başı olan aksakallı bir adamla tanışır ve köy hakkında konuşmaya başlarlar. Uzun uzun konuşurlar; hem de Türkçe!
Aksakallı, bakın Sinanoğlu'na neler söylemiş:
"Atatürk'ümüz zamanında Türkiye'den O'nun gönderdiği elçiler gelir; bize Türkçe dergiler, kitaplar getirirdi. Atatürk vefat etti, Türkiye'den ses seda kesildi. Size ne oldu?"
Düşünebiliyor musunuz? O kadar savaşları yapacaksın. Bir ülkeyi yeniden yaratacaksın, onu kalkındırmak için hızlı davranıp onca kurumu kuracaksın, 20. asrın gelişmiş medeniyetine bir an evvel ulaşabilmemiz için ileri hamlelerini zamanımızın hız kavramının üstünde yapmak için çaba sarfedeceksin ve bir de dünyanın neresinde olursa olsun, ırkını yalnız bırakmamak için onlara da ulaşacaksın!
Bir an insanın içinden "Yok be!" demesi geliyor değil mi? İşte onun için Mustafa Kemal Atatürk oluyor! Onun için yüz yılın lideri oluyor!Onun için savaştığımız düşmanlar bile ona hayran oluyor! Onun için önünde saygıyla eğiliyorlar! Onun için dünyaya Kurtuluş Savaşı örnek oluyor!
İçimden şunları haykırmak geçiyor: "Atatürk ölünce, Türkler uyudu. Atatürk ölünce, Türk ırkı kendini unuttu. Atatürk ölünce, devşirmeler türedi. Atatürk ölünce, ülke hızla geriye gitmeye başladı. Atatürk ölünce, halk uyumayı seçti ve hala uyuyor!"
Şunu bir kez daha anladım ki Atatürk üstün zekası ve enerjisiyle Türk'ü ve Türklüğü en yüksek yere çıkarmayı kendine görev edinmiş, Türk'e ve Türklüğe aşık bir insandı!
Kaynak: Prof. Oktay Sinanoğlu.
Bu günkü gençlerimize tekrar tekrar okutmalıyız
30 Ekim 2021 Cumartesi
Sümerler/ Muazzez İlmiye Çığ
Muazzez İlmiye Çığ dünyaca ünlü bir Sümerolog, bilim insanı ve tarihçi. DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan 106 yaşındaki Çığ, Sümer tabletlerinde rastladığı çarpıcı bilgileri anlattı.
Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin ilk mezunlarından biri olan Muazzez İlmiye Çığ dünyanın en önemli Sümerologları arasında bulunuyor. DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Çığ, Sümerlere ilişkin çarpıcı bilgiler aktarıyor. "Sümerlerin kökeninin Türk" olduğunu savunan Çığ, Sümerlere dair hâlâ birçok konunun bilinmediğini ifade ediyor. Sümerlerle günümüz arasında bağlantı kuran Muazzez İlmiye Çığ, Türkiye'de faaliyet gösteren tarikatları de eleştirerek, "Bunların yeniden kapatılması lazım" diyor.
Muazzez İlmiye Çığ, Sümerlerin "Muazzam bir millet" olduğunu belirterek, şunları anlatıyor:
"Bir kere yazıyı icat etmişler ve her alanda kullanmışlar. Bilim yapmışlar, matematiği yapmışlar, astrolojiyi yapmışlar. Bunlar hep Yunanlılarda deniyordu. Şimdi bunların hepsi Sümerlerde çıktı. Sümerleri söyleyemiyorlar, korkuyorlar. O'nun için Avrupa'da hep kenara atarlar. Bizdeki kadar Sümer bilen yok Avrupa'da."
"Sümer tabletlerinde gizlenen şeyler var mı?" sorusunu "Yok, ben ona inanmıyorum. Ben bunlara inanmıyorum uzayla ilgili. Çünkü bugün uzay, saniyesi saniyesine kontrol altında. Ölen yıldızları, doğan yıldızları buluyorlar. Böyle bir şey olsa muhakkak görecekler" sözleriyle yanıtlıyor.
"Kanıtlanmayınca bir şeye inanılmaz" diyen Muazzez İlmiye Çığ sözlerini şöyle sürdürüyor: "Atatürk de öyle diyor. Kanıtlayın, her şeyi kanıtla istiyor. Siz biliyor musunuz Atatürk Hatay'ı alırken ne yapmış? Orta Asya'nın büyük bir haritasını getirtmiş. Orada, Hatay'da bulunan su ve yer adlarını bulmuş. Ona göre diyor ki, 'İşte bizim halkımız oradan geldi, bu adları koydu, burada ilk olarak Türkler hakimdi.' Atatürk böyle kanıt istiyor her şeyde."
Sümerler Türk mü?
Atatürk'e "Sümerlerin Türk" olduğunu söylenince "Kanıtlayın" dediğini aktaran Muazzez İlmiye Çığ, "Atatürk kanıt olmayınca kabul etmiyor. Ben şimdi kanıtladım. Bir kişinin kanıtlaması kafi değil. Bir Türkmen'le beraber. O da bir kitap yazdı bu konuda. İkimizinki aşağı yukarı birbirine benziyor. O ve ben diyoruz ki, Sümerlerin kökeni Türk'tür" diye anlatıyor.
Ancak bu tezin herkes tarafından kabul görmediğine işaret eden Çığ, "Fakat diyorlar ki dil bir milletten, başka millete geçebilir. Aynı kökenden olduğu söylenemez. Kültür bağları lazım. Biz şimdi o Türkmen arkadaşla kültür bağları bulduk. Pek çok kültür bağları bulduk" diyor.
Sümerler hakkında hâlâ bilinmeyen bir çok yan olduğuna dikkat çeken Çığ, Sümer tabletlerinde rastladığı ilginç bilgileri de aktarıyor.
Başörtüsünün kökeni tarihte
Muazzez İlmiye Çığ, Sümerlerde "seksin ayıp olmadığını" belirterek, Sümer mabetlerinde vaktiyle seks yapan kadınlar olduğunu anlatıyor: "Onlar kutsal kadın sayılıyor. Yani mabette kutsal olarak kabul ediliyor. Bu çok önemli. Onlar bir nevi eğitici gibi."
"Bu kadınların başlarına bir örtü örterek, kendilerini diğer rahibelerden ayırıyorlarmış" diyen Muazzez İlmiye Çığ, başörtüsünün tarihine ilişkin şu bilgileri paylaşıyor: "Sonra 1600'lerde bir Asur Kralı çıkıyor, diyor ki bundan sonra bütün evli ve dul kadınlar dışarı çıkarken başlarını örteceklerdir. Kızlar ve sokak fahişeleri örtemeyecektir. Bunu ilk Yahudiler alıyor. Hala onlar evlendiklerinde başlarını örtüyorlar. Yani bu adet Yahudilere geçiyor, hatta Romalılarda başörtüsü var. Onlarda da başörtüler var. Başörtü yani saygınlığı ifade ediyor. Hititlerde aynı şekilde saygınlığı ifade ediyor."
Çığ, Kur'an-ı Kerim'de ise örtünmeyle ilgili bilgi olmadığını belirterek, "Sonradan uyduruyorlar. Kuran'ı açın, bakın yok" diyor.
"Tarikatlar kapatılmalı"
Kur'an-ı Kerim'e göre tarikatların da kapatılması gerektiğini söyleyen Çığ, bazı tarikatların "Dokuz yaşında çocuk evlenebilir" demesini eleştiriyor. "Sümerlerde bile, 4000 yıl önce ben diyor, küçük bir kızla evlenecek kadar aptal değilim diyor. Tabletlerde yazıyor. Bunlar, bu şekilde din diye bunlar çıkıyor. Çok ayıp şeyler" diyor.
"Biz bambaşka türlü yetiştik, bunlar bambaşka. Ben de dindarım. Ben onlardan çok, gelsinler ben dünya kadar şey biliyorum. Kuran'dan şeyler biliyorum ezbere" diyen Muazzez İlmiye Çığ, sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Bunların yeniden kapanması lazım. Çünkü Kuran'da zaten yazıyor. Yollara ayrılmayın, tarikatlara ayrılmayın diyor. Kuran madem bizim dinimizin kitabıdır, onu tutmaları lazım. Niye ayrılıyorsunuz. Mezheplere ayrılmamak lazım. Kuran ne yazıyorsa ona göre şeydir."
Kur'an-Kerim'in Türkçesinin okunması gerektiğinin altını çizen Çığ, "Kuran'ın Türkçesini okutmadılar. Atatürk'ün en büyük faydası dinimize, Kuran'ı dilimize tercüme etmesi oldu. Farsça'ya tercüme edilmiş Kuran, bütün dillere tercüme edilmiş, Türkçe'ye tercüme edilmez. Neden edilmesin ya?" şeklinde konuşuyor.
Atatürk'ün öldüğü gün
Türkiye'de Atatürk dönemini gören bilim insanlarından biri olan Çığ, "Atatürk'ün öldüğü günü hiç unutmadığını" söylüyor. Çığ, o günü şu sözlerle anlatıyor:
"Birden bire ölüm haberi geldi. Nasıl bir vaveyla koptu. Bütün arkadaşlar, kız erkek, herkes birbirine sarılıp ağlıyor. Babamız gitti diye. Bakın bugün de ağlıyorum. O kadar fena olduk. O günler ağlamayan kimse kalmadı. Ne kadar çok seviliyormuş... Böyle bir ölüm, böyle bir acı hiç dünyada olmamıştır. Bunu anlatamıyorlar hiçbir yerde anlatılmıyor."
Muazzez İlmiye Çığ kimdir?
20 Haziran 1914'te Bursa'da doğdu. Birinci Dünya Savaşı'nın başlama nedeni olarak kabul edilen Arşidük Franz Ferdinand suikastinin olduğu gün henüz 8 günlük bir bebekti. Osmanlı İmparatorları Mehmet Reşat ve Vahdeddin döneminde yaşadı. Birinci Dünya Savaşı'ndan, Kurtuluş Savaşı'na, Cumhuriyet'in kuruluşundan, Atatürk'ün devrimlerine kadar Türkiye tarihinin en önemli ve zor zamanlarına şahitlik etti. Genç Cumhuriyet'in kadınlara tanıdığı fırsatlardan yararlanarak, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin ilk mezunlarından biri oldu. Haziran ayında 107 yaşına giren Muazzez İlmiye Çığ, halen Mersin'de yaşıyor.